29 Ekim 2009 Perşembe

parizien süper ince...


Hani antrakttan dönünce, 2. perdede filmin konusu değişir ya,
bambaşka bir hal alır, sanki önce içine sinmez de sonra du bakalım noolucak denir...
İşte benim son durumum.
Malum, fotoğraf makinemi boynumdan çıkardım,
parizien ince'mi çektim,
ilk organizasyonuma kadar kotta ısrar ettim,
ama yakışmadı. Pes ettim ve acil 2 adet topuklu edindim.
Dip boya muhabbetine bayılan ben,
ilk 7 kadın'lı günümde, bir nemlendirici hakkında nasıl bu kadar uzun konuşulur
elim çenemde hayretle izledim :)
Ama artık aylık periyod karın ağrısını, sezeryanı, dip boyayı konuşabilecektim, mutluydum :)

Sonra,
tam da organizasyon işi bu kadar hoşuma gitmişken,
çiçekçiydi, cateringdi, süslemeydi bayıla bayıla çalışırken,
bu iş benim işim! demişken;
benim için çok önemli olan,
çocukken ailece sucuklu yumurta yapıp kahvaltı edebildiğimiz tek gün olan,
şimdi de aynı geleneği sürdürdüğümüz meşhuurr pazar günümün elimden alınacağını öğrendim.
Pazar günü ve iş!
O gün velveleye verdim ortalığı.
Ofistekilere ayrı isyan, beyime ayrı.
Anında annemi aradım 'ben böyle çalışamam'
pazar günü hakkımız söke söke alırız kıvamında....
İşte bu bölüm 2. perdede filmin değiştiği bölüm.
Sonra sakinledim.
Şimdi ise du bakalım noolucak kısmındayım.
... Ve tabiiki çok yoğun bir iş temposu var.
Zevkli, ama blogdan uzak!
Belki ilk hafta diyeydi bilmiyorum. Onu da du bakalım'a bıraktım.
İzlediğim bütün blogerları çok özledim.
Yeni template sevgili GeCe'den. Ellerine sağlık arkadaşım :)
Bugün evdeyim,
parizien ince'ye alışık olmayan bünye ayakları üşüttü tabii.
Isınmaya çalışıyorum.
Ve sürekli 'du bakalım nolucak' diyorum.
Du bakalım nolucak!




ATAM....


Sanki daha bir coşkuyla seviyorum seni...

İzindeyiz sonsuza dek!

20 Ekim 2009 Salı

Çınar, bana naaptın?

Ben istemiştim. Anlatırmısın? demiştim.
Kırmamış, sağolsun YAZMIŞ.
Bir okuyun derim. Özellikle tek çocuk anneleri...
Benden bugün yarın haber alabilirsiniz yaani, o kadar gaza geldim :))

20 Ekim...


Bundan 28 yıl önce, aralık sonu, ocak başı gibi
annemle babam benim için harika bir şey yaptılar.
Belki yılbaşı gecesiydi ve sarhoştular :)
belki hava soğuktu ve ısınmak istediler
ya da belki sadece her karı koca gibi gece oldu ve yataklarına girdiler...
Ama bana en güzel hediyeyi verdiler.
9 ay 10 gün sonra eve kırmızı kafalı bişey geldi.
Gece tuttu annemin sancısı hatırlıyorum. Babam, abimle beni kucaklayıp amcamlara bıraktı.
Bikaç gün sonra eve döndüğümüzde salondaki kütüphaneli çekyatta battaniyeye sarılı bişey yatıyodu.
Annemin içeri gittiği bir ara gizlice kucağıma aldım, hemen geri koydum. 4 yaşındaydım...
Her abla gibi, ben de arkadaşlarımla oynarken istemezdim onu yanımda.
Sebebini bilmiyorum, belki de sorumluluğunu almak istemediğimden...
Hep muzipti şimdiki gibi. Ufacıkken bile hep güldürüdü bizi.
Abim ve kardeşim. ikisi bu kadar komik olduğundan ve ben hep güldüğümden, benim espritüel yanım gelişmedi :) onlar güldüren, ben gülen oldum.
Çok kavga ettik amaaa.... O, boyuna posuna bakmadan kafa tutardı tüm ahaliye. Bizim kardeşler arası emir komuta zincirinin en son halkası olmasına rağmen, emirlere karşı gelir dimdik durur kendini ezdimemeye çalışırdı...
Büyüdükçe, arkadaşlarımla otururken kovalamamaya başladım onu. Çok eğleniyoduk...
Ara sıra çok secret bişeyler konuşacak olup , bahaneyle mutfağa yollamaya çalışırdık elma getir, su getir vs komutlarla. Sonra olayı anlayınca elmayı, suyu falan hazırlayıp, peşin peşin odaya getirir bi dahada gitmezdi :)) Hadi bize elma getir dediğimizde hırkasının içinden çıkardığını biliyorum yaa :)
Herşeyi dinler, bilir asslaa kimseye söylemezdi. Haala da öyle...
Daha daha büyüdükçe, erkek arkadaş dönemi başlayınca düştü yakamızdan :) bulana aşkolsun...
Her kardeş gibi, çook kavga ettik, çok didiştik, birbirimize nefretler savurduk ama koyun koyuna yattık...
Tam benim evlendiğim yaşta evlendi. 21 yaşında. Sonra, herkesin kolay kolay cesaret edemeyeceği birşeyi yaptı ve sadece "anlaşamıyoruz" diyerek boşandı. Hani eskiler derler ya "kumarı yok, içkisi yok, dayağı yok olur mu hiç?" yoktu işte ama anlaşamamışlardı. Baba ocağına geri döndü... Şimdi bekar...
Bu fotoğrafı koyduğum için kızıcak biliyorum. Fotoşopsuz, kilosu belli oluyo falan.Neden koydum?
Babamın bakışı yüzünden. İşte Gökçe bizde hep böyle bir etki yapar.
Şaşırtır, gözlerimizden yaş gelene kadar güldürür. Hiç belli etmez üzüntüsünü, duygularını. Hep güler güldürür...
İnsanları sever, hayvanları daha çok sever. O bebek sayılacak kadar küçükken oturduğumuz bodrum katındaki evimizi fareler basmış, birde yavrulamışlardı. Annemle babam mutfağı boşaltmış fare yavrularını avlarken, o bir köşede "yavrularımı öldürmeyiiin" diye ağlıyordu....
Acıklı bir kedi köpek hikayesi anlatamazsınız ona, dinlemez kulaklarını tıkar.
Arkadaşlarını sever, ama çook sever. Arkadaşlarına 'dostum' der, yeni tanıştıysa 'yeni dostum' der. Güven verir, güvenmek ister...
İnsan annesinin dedikodusunu birtek kardeşiyle yapabilir mesela. Ya da 'kalk gel' diyince gelicek birçok arkadaşın vardır da, bir tek ona borçlanmazsın kalkıp geldiği için...
çoook seviyorum çoook... annemle babama bin kez teşekkür bu hediye için...
bugün doğdu. 28 yıl önce...











19 Ekim 2009 Pazartesi

bu da beyin kardeşim...

Belli bi kapasitesi var.
Saniyede kaç şey düşünebilirim?
1 günde, 10 kişiyle, 10 ayrı konuyu uzuuunca konuşursam
majezik ya da novaljin bu konuda ne yapabilir?
bu yazdığım sadece Cuma trafiği.
Sonrası sakin, ama benim hard disk doldu bi kere.
Hafta sonu anca soğudu...
En kritik sohbet, işle ilgili olandı.
Ve bugün, az sonra,
hani şu filmlerde işten kovulan kişi bir karton kutuya makasından, prittine herşeyini
doldurur kucağında taşır ya.
Ben de kutumu kucaklayıp, yeni birimimde göreve başlamak üzere yola çıkacağım.
Yol kısa, bir kat aşşağısı.
Merdivenle iniliyo, ama yaka kısmından bir kat çıkılıyo :)
Mutlu muyum?
Bu kararsız duygudan nefret ederim.
İnsan ne hissettiğini nasıl bilmez ki...
Artık "pablik rilıyşıns" oldum.
Koccaa kulüpte kot pantolon, spor ayakkabı giyme ayrıcalığını sadece biz fotoğrafçılar yaşarken, şimdi ben de döpyes ve topuk olmak zorundamıyım bilmiyorum.
Hep heveslenmişimdir aslında, şöyle makyaj, bolca parfüm,
koridorda yankılanan topuk sesleri...
7 erkekli bir ofisten, 7 kadınlı bir ofise gitmek ise ayrı bir handikap.
Ofisteki her türlü muhabbette filtre görevi görüyodum :)
"Tuğçe var şimdi, yoksa kötü konuşçam", "Şimdi Tuğçe olmasa ben diyceeemi bilirim" vs. beyler topluyolardı kendilerini.
Şimdi "hak tuuu" sesleri duyulurmu alt kattan bilmiyorum.
Ve 7 kadın ! Çok riskli! :) adı üstünde Halkla İlişkiler....
"ilişki" konusunu önce 7 kadın, kendi aralarında iyi tutmalı dimi...
Bakıcaz, görücez...
Ben karton kutu bulamadım.
Bi naylon poşete doldursam eşyalarımı, ilk dakkada ofsayta düşermiyim döpyes olayında...







ps: fotolar haftasonu, kız kulesi, boğaz, balıkçılar, güvercin, martı, çay ve babannenin mufağında babasının çocukluğunu geçirdiği camın önündeki taburede oturan bir Öykü...

14 Ekim 2009 Çarşamba

Urfalıyam e-zelden...


Benim bey İstanbul'lu esasen.
Hatta rahmetli kayınpederim eski İstanbul beyfendilerinden.
Röptşambırı ve viskisi ile taş plak dinleyen,
kuyumcuyu eve çağırıp, eşine çantadan pırlanta seçtiren,
evlenen kızına araba hediye eden,
çocuklarının fabrikadaki kumaş toplarında oynadığı bir fabrikatör.
Neşe Karaböcek, Şükran Ay, Adnan Şenses falan toplaşıp eğlence yaparlarmış evlerinde.
Bir köşede evler arabalar kaybedilen yuvarlak poker masası, bir köşede fasıl
sabahlara dek sürermiş bu eğlenceler.
Benim bey, tekne kazıntısı olduğundan kısa paçasıyla dolanırmış ortalarda.
Öyle işte, fasılla, taş plakla, bollukla büyümüş kendisini.
Sonra işler bozulunca Sabancı, Koç kalmış da bizimkiler kalamamış malesef.
Neyse,
asıl diyeceğim, benim bey böyle bir evde büyümüş.
70'lerde en burjuva partilerin içinde.
Şimdi, hani çantadan pırlanta falan hayal de :)
bizimki tam Urfalı, Antepli kıvamında...
Bendir çalsın mest olur.
Yahey yahey heeey hele hele hele antepliim bizim cd'lerde favoridir mesela :)
Fasıl mı? sıra gecesi mi? de. cevap belli...

Çiğköfte de yoğurdu sonunda. Hemde antepli ustası rehberliğinde. Bide güzel olduki...
İyice havaya girmiştir artık :)

Yakında sorana İstanbulda doğdum büyüdüm ama Urfalıyam e-zelden diyiverecek :)

12 Ekim 2009 Pazartesi

düğün ve cenaze...



Bu haftasonu, hayatın katı sıvı her halini gördüm sanki...
İnsan doğar, büyür, evlenir, çocuk sahibi olur, ayrılır(bazen!)...
ve ölür....
Biraz karışıktı sıralama, ama hepsi film şeridi gibi gözlerimin önüden geçti...
Tersten başladım. Cuma bir cenazeye katıldım mesela.
İş çevresinden. Hem tanır severdim, hem de dergi için haber fotosu çekmeliydim.
Gittim, fatiha'mı okudum, hatta Teşvikiye camiisi gözlüğümü taktım biraz burnumu çektim...
Nur içinde yatsın.

Cumartesi, bir nişan vardı.
Kız isteme merasimi,
stresli kayınpeder adayının,
merhaba'nın hemen ertesi "Allahın emri, peygamberin kavli"si
ve diğer heyecanlı kayınpederin "verdik gittiii"si
öyle çabuk olduki :)
'Hadi hemen olsun rahatlayalım'dı tabii...
damada tuzlu kahve, yüzük, pasta, dans....
Nasıl bir döngü hepimizin yaşadığı...
Mutluluklar diledik...

Ayrılığı anlatmama gerek yok heralde...
Büyüme ise her gün gözümün önünde, güzel kızım büyüyor.

Ve bu hamile, haftasonu bizde kaldı.
Eşinin ve ailesinin şehir dışı mecburi işleri neticesi
8. ayında yanlız kalmaması için bize emanetti.
Ne tv'ye, ne yemeğe konsantre olabilmek mümkün değildi.
Karşınızda meksika dalgası yapıp duran bi göbek varken çok zor zira :)

İşte böyle...
O kadar deriin felsefi düşüncelere girip, varoluşumu sorgulamadım tabii.
Ama, hepsi 2 güne sığdı işte...
Anne karnında bir bebek, okula başlayan bir çocuk, nişanlanan bir genç,
ayrılan bir yetişkin. ve ölüm....
E biraz düşündüm tabii...


7 Ekim 2009 Çarşamba

hüzünlü...


İyi dilekleriniz için çok teşekkürler arkadaşlar...
Bavul kapandı!
Yeni yere gidildi.
Aslında eski yere, hani insanın başı sıkışınca gönül rahatlığıyla gidebileceği tek yere,
anne evine gidildi...
Biraz şakalaşıldı.
"Oooo kocca ev, bak şu büyük odayı sen kap,
ya da küçük oda manzarası daha güzel, hemde daha güzel ısınıyo...
Oooh kebap, valla bende kaçıp gelicem" vs. yalandan şakalarımıza
biz söyledik biz güldük.
O gülmedi, duymadı, dinlemedi...
Kimbilir aklına ne takıldı?
Evindeki köşe koltuğun köşesindemi kaldı aklı?
Ya da çift kişilik yataktan, çekyata dönüş mü sıktı canını?
Yoksa sedece biz değil ben olacağı düşüncesi çok mu ağır geldi.
Dün düşündüğü şeyler hep neden? niçin? nasıl?dı eminim...
Aradım biraz önce, yine uyumamış bütün gece...


6 Ekim 2009 Salı

Bi lodos lazım şimdi O'na bi kürek, bi kayık...

Bugün bi bavul toplanacak.
İçine 25 yıl koyulacak.
Fedakarlıklar sağa konulacak, cesaret sola.
Hayak kırıklıkları, kırgınıklar en dip köşeye
orada unutulması ümidiyle...
Umut, en üste yerleştirilecek özenle,
fermuar açıldımı bavuldan ilk o taşsın diye...
Veda bile edilmeyecek,
sessizce gidilecek...
Bir kadın gidecek bugün, cebinde ümitleriyle...


Bekir Coşkun'un dediği gibi:

Kadınlar gittiklerinde arkalarında daha büyük boşluklar bırakırlar.

Onlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde "yetim-öksüz" kalan çok olur:

Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler...

Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim kalmıştır tabaklar.

Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.

Sık sık boynunu büker "sarıkız".

O teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz, değerini kimse anlayamaz krom hac tasının.

Balkon artık sessizdir, koridor kimsesiz.

*

Bir kadın gittiğinde...

Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında; bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci...

Bir anne gider...

Bir dost...

Bir arkadaş...

Bir sevgili...

Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde...

4 Ekim 2009 Pazar

elişi...

Bende kendimden döpyes dikmemi beklemiyodum ama,
bu tam elişi dersi kıvamı oldu :)
Düğmeden göz, yünden saç falan, Öykü'yü mü eğlendirdim kendimi mi bilmiyorum.
Birde mutfak önlüğü projem vardı ama gerçekleştirme fırsatım olmadı.
Kumaşlarım hazır. Yavaş yavaş...
Bugün iznimin son günü,
bi düşündüm de; tamamım ;)
yetti sanırım şimdilik.
Ev iyi geldi,
ama iznimin göbeğine denk gelen aybaşında hesabıma para yatıran bir işim var döneceğim.
Çok şükür...




1 Ekim 2009 Perşembe

ne güzel şeysin sen battaniye...

Ayrılamıyorum bi türlü kendisinden...
Evdeyim...
Nasıl özlemişim ev hayatını.
Derya Baykal'ı, camı açtığımda yandaki parktan gelen salıncak gıcırtısını, terliklerimi
ama en çok battaniyemi...
dvd izlerken ütü yapmayı,
her ana haberde ağlayacak bişey bulmayı.
Mutfağı bile yeniden sevdim.
Mısır haşlanırken maillerimi okudum.
Bulaşık makinesini boşaltırken Yaşar'dan beni koyup gitme'yi dinledim. milyon kere :)
Müge Anlı sayesinde
ismini vermek istemeyen izleyicileri yayına bağlamaya karar verdim mesela:)
Saklı kimlik hazımsız adsızlara filtre koymamaya karar verdim.
Dijle, bir hışımla yayınlamadan silmiş adsızın kıymetsiz yorumunu.
ben yayınlamaya karar verdim.
Şimdiye kadar başıma gelmedi ama adsızların kızdığı o mutluluğunu paylaşan kesimden olduğumdan bir adsız yorum an meselesi...
beklemedeyim :)
İzinse çok iyi gidiyor.
Sayılı gün çabuk geçer de bu kadar sürat olurmu yahuu...
İznin yarısı bitti :/
Dikiş makinem, montajı tam tamamlanmadan kutulanıp postalanmış bana :))
Vallaaa... vidaları ortadaydı o kadar yaani...
Kucakladım, servisti, değişimdi derken henüz yeni kavuştuk.
Dün gece tişörtten bozma ilk minder kılıfımı diktim.
Nasıl eğlenceli anlatamam.
Makine süper çıktı. Ucuz bişey ama zigzag bile yapıyo :)
Neyse biz makinemle kavuştuk, mutluyuz.
birtürlü başlayamadığı zıpkınla dalma olayına başladı.
Öykü patenli ayakkabısıyla mutlu.
Yani hobilerimizi edindik eğleniyoruz.
Bu durumda bir adsız yorumu şart ama dimi? ;)
ve ısrarla bir cinema tavsiyesi : Kadın akıl erkek aklı
çokk ama çok güldük...